Translate

10 Şubat 2017 Cuma

Yine akacak bu serin sular
Derin dalgalar üzerinde
Dağılacak bir nehirin başlangıcında ve bitiminde
Sonsuz gelecek ona yaşamak
Ben varım
Yokum
Ona ne?
Hiç durur mu su olduğu yerde
Biz hepimiz bir derya, deniz
Bataklığa akan suda kaldı izimiz
Bir şelaleden aktık
Senelerce
Hepimiz gömüldük karanlığa
Ama bir dert var aklımda
Su durdu mu hiç?
Ona ne…
İşte bundandı en dalgalı sularda yüzmeye meyilimiz
Durgun su bize dert, dalgalı su sert ve temiz
Ama bir sen vardın,
aynı suda yüzerken sessiz
acemi bir karanlıkta
sen
ben

ikimiz…

11 Mayıs 2014 Pazar

Yine Mi Çiçek?

perdeler inmiş parmaklarımızın arasına
sana dokunmam yasak
direnmem serbest
sahi; neden eli kanlı bitti
bu soluksuz sergüzeşt?

neyleyim, soran yok
sensiz tüm yaşanmışlıklar pest

küçüktün
büyüdün ellerimle çiçek topladım sana
her birini yolacak kadar büyüktün
avucumda kaldı çaresiz
hiç bitmeyen kokusu yalnızlığımın

neyleyim, umut yok
sensiz eksik her yanım

ziyan eyleme, dur
kalsın aramızdaki dağ geçilemeyecek hudutta
ben dayanırım elbet yokluğuna
ama dayanamam ulaşılmaza
cüretkar olsak ne fayda...

neyleyim, kalan yok
sensiz güneş de yok, ay da

şimdi ah,
ufalmış ıhlamur kırıntısı sevdam
sen unuttun ya papatyalara su vermeyi
kördüğüm oldu tüm bilinmezlikler
oysa ben ki bir âgâh
yorgun yorganlar dikerdim
gözlerinse güneşi
közlenen gözlerimin içine

neyleyim, çare yok
sensiz karanlık gecelerin üstüne

korkuyorum
gitme yalvarırım
bu ıssız savruluş bana göre değil...
de ki; eğil
cesedimi bulursun şuracıkta
çiçekler, o çiçekler
serersin tabutumun başucuna
kokun taşır beni aydınlığa
hayat bu ya;
belki o gün sarılırsın
sımsıkı bana

neyleyim, kaçış yok

bu sevdadan ölümden başka

18 Ocak 2014 Cumartesi

Sandal

Yine akacak bu serin sular
Derin dalgalar üzerinde
Dağılacak bir nehirin başlangıcında ve bitiminde
Sonsuz gelecek ona yaşamak
Ben varım
Yokum
Ona ne?
Hiç durur mu su olduğu yerde
Biz hepimiz bir derya, deniz
Bataklığa akan suda kaldı izimiz
Bir şelaleden aktık
Senelerce
Hepimiz gömüldük karanlığa
Ama bir dert var aklımda
Su durdu mu hiç?
Ona ne…
İşte bundandı en dalgalı sularda yüzmeye meyilimiz
Durgun su bize dert, dalgalı su sert ve temiz
Ama bir sen vardın,
aynı suda yüzerken sessiz
acemi bir karanlıkta...
Şimdi yetmiyor kelimeler
Uçsuz bucaksız duyguları anlatmaya
Boğazımda düğümlenmiş gemiciler
Kürekteki elem kifayetsiz
Yürekteki fırtına sebepsiz.
Gidiyoruz bir sandalda boşluğa
Ardımızda eski sokağın hüznü
Vuruyor her bir damlada
Suratlarımıza.
Bu tufan bir garip oldu
Belki bir dahakine elele tutuşur
Bu ot yeşermeyen yosunları eze eze
Yol alırız bir bilinmeze
Gideriz işte!
Gideriz;
sen,
ben,

ikimiz…

11 Ocak 2014 Cumartesi

Sarhoş

Sarhoş musun?
Aşkımın sarhoşluğunda boğulabilirsin istersen...
İstersen de vakti gelmiş buluşmamızın
Son unutulmuş vurgununda
Girebilirsin gönlümün kapısından
Ayakkabılarınla

Sahi
Çok geçmedi mi son sarılmamızın üstünden
Zaman?
Akmadı mı hayat,
Kollarıma değmiyorken alnın?..

Sarhoş musun?
Öyle kal

Saklama
Kokla tüm ruhumu,
Çek içine yalnızlığının.
Sahilden kum taneleri serpişsin
Huzurumun baharına
Ve unutmasın tüm kuşlar
Sarhoşken geceleri
Onlar sustuğunda verdiğim sözleri
"Aslında olmadım ben bu oyunda
Ömrüm beni yok saysın"

Ve şimdi canına yandığım
Ah, güvercinim...
Aşkımın son perdesinde
Şerefine verdiğim sahnenin
Hüzün saçtığı selamlamaya
Demelisin;
Merhaba!
Ama bir sarhoşun edasıyla.

Sarhoş musun?
Boşver, ben de.

Ama sarı saçlarına ayrı bir hoş'um
Ondan dönüyor başım...
Meyler değil gözümün önünden geçen
Süzülen gözüdür önümden geçen
Ve gönlümün sözüdür içimden esen
Bu deli rüzgâr
Ve rüzgârın sesi.

Yeryüzünde güvenli hissettiğim tek yer
Senin kalbinden benim kalbime saplanan o derin acının
Sözlerime saçıldığı yerdi

Sarhoş musun?
Benimle ol.

Yani,
sarhoş olmasa
öyle derdi.

27 Eylül 2013 Cuma

Eylül

eylül dalgalarının kokusu,
hüsran gün yüzüne çıkıyor ufaktan
ufuktan.
bir martıyı kovalıyor aydınlık
rüzgar taşıyor martıyı
dalgalar saklıyor.
dalga mavi,
gök boğuk
gök mavi
martının olduğu her yer
şimdi

aydınlık sanki

1 Temmuz 2013 Pazartesi

Gösteriş

İnsanız hepimiz, hatalarımız az çok var,
Affola.
Lakin bazıları var ki şu hayatta; onlar kişiliğini yokluğa satmış, yalanlarla dolu sahte sürekliliklerini idame ettiren, kıçını pohpohlamaktan öteye gidemeyen, basit, çok basit ve sıradan, gereksiz ve ahmakça, ve umursamazca yaşıyor olanlar.

İnsanlık, yalanı her zaman sahiplenmiş; hem bir çıkar yol, hem de kurtarıcı olarak benimsemiştir kendi özünde. Ancak bu "yalan", sadece dilde olan yalanla sınırlı değil. Yalan; düşüncede ve fikirde başlayan, dışavurum ve davranışa aksettirmenin ardından görüntüde vuku bulan bir eylemsel soyutluktur. Hem bir eylem olup hem de soyutlukta var olmasıysa insanın ne kadar gerçeklikten uzaklaştığının farkındalığı açısından güzel bir sonuç.

Bir insan, özellikle günümüzde, öyle yanlış bir biçimle eğitilir ki, gerçeklikten ve doğrudan uzak her türlü koruyucuyu bünyesinde barındırır vaziyette ve görüntüde, kendisinin aynısı olan, yalan ve karanlık bedenlerin arasında hapsolmuş bir şekilde ilerler.
Sahtelikler duvarıdır onun artık,
Yalanlarsa kalkanı.

Artık öyle bir noktaya gelmiştir ki, yaşadığı hayat kendinin değil yalanlarının hüküm sürdüğü bir serseri bedene dönüşmüştür, farkında olmadan. O sahtelikte kaybolur ruhu, alışır buna, onun içinde yok olmaya, yalana. Kendisini temsil eden şeyler artık fikri, düşüncesi ya da davranışları değil; sahip olduğu göstermelikler, yalancıklar ve kurmuş olduğu dümdüz ve sahte olan hayatıdır. Artık kendisi, üzerinde taşıdığı materyallerin içinde yaşayan, onlar tarafından korunup, kendisini onların temsil etmesini isteyen kocaman bir yalandır.
O kadar acizdir ki; üzerine giydiği kıyafetin, koluna taktığı saatin, ayağındaki -sırf etiketi pahalı- diyerekten Avrupa'lı bir kapitalist italyan firması malı ayakkabısının, sırf popüler kültürün bir ürünü olan iPhone ya da "pahalı olan herhangi bir telefon" zırvasına kendisini kaptırıp onlara sahip olmak ve sırf o arkadaki elmayı oturduğu mekanda gösterebilmek için aldığı telefonunun,  ki aynı zamanda kontörlü hattı vardır ve arkadaşını ödemeliden arar bu şahıslar, sosyal insan imajı vermek için telefonuna foursquare yükleyip her gittiği yerde - sanki milletin çok da sikindeymişcesine- check-in yapıp 2-3 kelimeyle onu süsleyen, bununla da kalmayıp bu check-in'leri beğenen kişi sayısının çokluğundan haz alıp tatmin olan ve egosunun himayesinde yaşayan, insanlar tarafından beğenilmek, yüceltilmek ve asla ezilmemek için var gücüyle bu sahte, bu gösteriş abidesi hayatın pençelerine tutunan insancıklardır onlar...

Onlar dediğime bakma, sen de onlardansın, hatta çevrendeki herkes onlardan.
Sadece etiket telaşı, sadece gösteriş.

Herkesin derdi bu olmamış mı hayatta?
Aslında bir dönüp baktığında, ne gerek var ki bunlara?


Özüne dönmeli insan...
İşin özü aslında şu;
Madem yeni bir dünya kuramıyoruz, bari kendi dünyamızı yeniden kuralım.


14 Haziran 2013 Cuma

Resimler Çizerdim Günbatımında

Gördüğün üzereyim;
Kirli, pasaklı
Yorgun.
Sokaklarında üstüne bastığın izmarit,
Sigaranda söndürdüğün izmarit,
Külüm o halde;
Bir sirk hayvanı kadar
Özgürüm.
Sanki bir bedduanın gizli öznesiymişim gibi,
Bakma yüzüme,
Sanki bir duadan arınmışım gibi.
Bir dağa yaslanmış çimen,
Bir omuza yaslanmış suret,
Gölgesinde saklanan bir ben
Pusuda, hareketsiz...
Titrese yarılacak tam ortasından,
Dokunsa tutuşacak.
Tutulacak.


4 Mayıs 2013 Cumartesi

Güneş ve Sen

Güneş vardı gün batmadan evvel
Sen vardın
Ve ellerin

Sözüm sanaydı ey sevgili, sadece sana
Lakin titrerken damlalar şafakta, güneşin sonsuz acısıyla
Vururken dalgalara her silkelenişimizde
Ve bir oluşumuzda deli gibi
Sokak sokak, meydan meydan vururdu, gökten, şafaktan

Biz, varoluşumuzun sarhoşluğuyla yürürdük köhne sokaklarda sırt sırta

Oysa sen çok yanlış tanımıştın aşkı;
Ben ki sürgünde bir deli tüfek
Ben ki kavgamda bir avare yürek.
Solmuştum
Susmuştum gölgenin bitiminde
Susmuştum gözbebeğinde...
Sarılırdık bir ayna gibi birbirimize
Ve bir olurduk dört köşeli evimizin merdivenlerinde
Sokak çocukları geçerdi önümüzden
Martılar getirirdi güneşi
Gözlerine.
Ellerini tutabilmekti tek amel
Gözlerine bakabilmekti tek dua
Ve sevişmekti tek günah
Doyasıya, sırılsıklam

Terli vücutlarımızdan akan her damla bir ağıttı sonsuzluğa
Meydan okurduk tüm kahpeliklere varlığımızla
Yokluğa
Ve karanlığa.
Bir güneşti, saçlarının sarısı
Bir güneşti puslu gözlerinin yansıması
Geceler hiç yoktu ondan
Ve sen vardın
Sek ve yek tenlerimiz pare pare,
Avuç avuç,
Oluk oluk süzülürken toprağa
Hiç doğmayacak çocuklar bağışlıyorduk her günbatımında toprak anaya

Sözüm sanaydı ey sevgili, sadece sana
Güneş vardı geceyi aydınlatan
Sen vardın
Ve ellerin.


Çağrı Erorhan

15 Ekim 2012 Pazartesi

Dini farkındasızlıklar üzerine

Yine girdik derinden iyi mi?
Bir gün beni de hapse atarlar bu yazdıklarımdan dolayı, çünkü düşünüyoruz azcık, düşünmek haram (!) .

O kadar geniş bir konu hakkında ne yazarsam yazayım az kalacağı için az ve öz giriyorum efenim.

Öncelikle baskı unsurunu işleyeceğim; dinle yaşamak için, dindar olmak için, inanmak için yapılan "baskı"dan.

Bir insanın kendi beyni, kendi düşünceleri, kendi yaşantısı, ... yani kendine ait bir benliği, yada en azından benliğe sahip olma şansı varken, ebeveynler ve çevredeki varlıklar neden dünyaya yeni gelmiş bir bireyin kendi düşünmesini engeller ve yerine direk koşulsuzca, düşünmeden inanmasını ister?

Çocuğa neden henüz hiçbir şeyin farkında değilken, sizin doğru olduğuna inandığınız yargılarla hükmediyor ve onun bu baskıyla hemen kabullenmesini istiyorsunuz? Neden çocuğunuza kendi seçimini yapma hakkını, neden özgür iradesini kullanma yetisini, neden doğru ile yanlışı kendi kendine ayırma şansını vermiyorsunuz ve direk ne düşünüyorsanız onu uyguluyorsunuz?

Din konusu belki de dünyanın şu anda en hassas konularından birisi ve siz sırf geçmişte ailenizden aldığınız kültürden dolayı çocuğunuza da aynı şeyleri baskı yoluyla uygulatmaya çalışıyorsunuz. Ne biliyorsunuz? Belki çocuğunuz sizin düşündüğünüz şeyin saçma olduğunu düşünecek 18 yaşına gelince. Neden çocuğunuzun kendi aklını kullanmasını beklemeden, o kendi, çok bilmiş aklınızı kullanma zorunluluğu hissediyorsunuz?

Belki sizden daha çok tutunacak dine, belki de nefret edecek sizin o yaptığınız baskı yüzünden, ya da bir gün "kendine göre" düşününce saçma gelecek din ve sizin o baskınızdan dolayı sizden nefret edecek. Bunların olma ihtimali varken, nasıl olur da siz tek bir düşünceyi zorlayarak kabul ettirmeye çalışırsınız?

Kusura bakmayın ama, eğer bu konuda baskı gösteren bir şahıssanız, bu dünyada yaşamayı, nefes almayı bile haketmiyorsunuz. Din bu değil, eğer varsa.

Part 1 Finished /

Toplumsallık sorunsallığı üzerine

Başlığa bakıp çok felsefi bir yazı beklemeyin amk
Daha 20 yaşındayım ulan ve ne öğrendim ki atarlı ergen modunda olup kelimeleri ezip büzerek felsefik konuşmuş gibi yapıp sonra ondan haz alıp uyuyayım?
Sen, evet okuyan sen, sen de bi bok öğrenmedin henüz
Araştırmadın, okumadın, incelemedin.
Düşünmedin, sorgulamadın, umursamadın.
Buyrulana itaat ettin, sana sunulanı kabul ettin, sisteme ayak uydurdun, kölelik çağının devamını sağladın.
Sağıldın inek gibi, koyuldun koyun gibi sürüye, her şeyini verdin, hiçbir şeyin kalmadı geriye, hiçbir şey almadın.
Ne oldu peki? Ne'sin sen şu koduğumun serüveninde, iki et 33 kemik parçasından ibaret, sadece yaşam salınımını gerçekleştiren bir sahte ruh olmak dışında?
Evet, sensin o. HİÇBİR ŞEYSİN. Ne zaman kendini bulacaksın, ne zaman geleceksin kendine, ne zaman dirilecek, ne zaman uyanacaksın?
Özgür değilsin, mutlu değilsin, kandırma kendini, değilsin.
Ne zaman biteceği belli olmayan, nerden geldiğini, neden geldiğini, ne zaman gideceğini, ne zaman biteceğini bilmediğin şu ömründe ne zaman kendi benliğine dönen bir "birey" olacaksın?
Ne zaman dur diyeceksin bu sessizliğine, dönüp bakacaksın arkana, ve hiçbir şeyinin olmadığını göreceksin?

Bence sen bunu çoktan kaybettin. Evet evet, hiç durma, kapa bu yazıyı ve bakma bir daha. Sen kaybettin, çünkü korktun, çünkü çıkamadın o sınırlarından dışarıya. Ailenin, çevrenin, TOPLUMUN koyduğu kurallar çerçevesinde bir sağa bir sola çarpmaktan KORKTUN.
Sıradan, normal, basit bir hayat yolunda ilerleyip kendini sağlama alarak, kendini mutluymuş gibi hissettirmeye çalışarak, bu düzenin, bu düzen kişilerin oyuncağı, piyonu, paralı askeri olmaktan kurtulamadın.

Anlamsız geliyor bazı şeyler, umutsuzsun gelecekten, pişmansın belki yaptıklarından ama geri dönüş yolunu, kaçış yolunu, çıkış yolunu bilmiyorsun, bulamıyorsun. Yol göstericin yok, yol gösterici çoktan yok oldu haberin yok; (guide has died ) kaygan zeminde çoktan kaydı ayağın. Ve silahın yok kendini korumak için. Onu da elinden aldılar çoktan...

Uzun, geniş bir yolda, en köşede, en sağda, korkakların arasında, milyarlarca korkağın arasında, kendini akıllı sanan delilerin arasında, yürüyorsun. Bir amacın olmadan, ya da tek amacın para olarak. Evet, şu boktan dünyaya gelmendeki tek amaç para kazanmak ve o lanet kıçını yağ tulumu haline getirip her gün tuvalete sıçarak kendini ferahlatman. Bunun için geldin bu dünyaya, ve bunun için de öleceksin.
Öl, öl, sen de öl, hepiniz ölün, siz ölün, biz kalalım, ben kalayım, ya da ben gideyim, siz ne haliniz varsa görün, çünkü siz düşünmüyorsunuz, sorgulamayacaksınız, öldünüz. Yaşayan ölülerin arasında yaşamaya çalışmaktansa ölümün pençesinde olmak müsterih adam'ın yolu olacak. Belki bir zerdüşt, belki bir berduş, ama tipik bir varoluş serüveninde, çaresizlikten uzak, ileriyle ilgili merak dolu olacak,

Ve beklerken mutluluğu umutla, sizlerden uzak, arınmış, yapayalnız, belki bir eş bulmuş ve onunla bir bütün olmuş olarak yalnız, sorunsuz, uzak, çok uzaklarda, umuda doğru koşacak Müsterih Adam...